Dört Adam (Öykü)


Uyandım. En son, akşamki konserden önce biraz amfetamin ve bolca alkol aldığımı hatırlıyorum. Yanımdaki bu sarışın hatunun da kim olduğu konusunda en ufak bir fikrim yok.

Alkol midemi yakmış. Acıktım ve bir şeyler yemeliyim. Yanımda yatan bu kızla sanırım gece tanıştım. Konserden sonra olmalıydı. Her şey bir rüya gibi geliyor. Uykuyla uyanıklık hali arasında gidip geliyorum. Kuliste otururken bir anda içeri giren üç beş kız hatırlıyorum. Aralarından en beğendiğim buydu. Adını bilmiyorum, sormadım da. Sadece yanımda yattığını biliyorum. Gece ne oldu, onunla ne yaşadık ve ne kadar içtik hatırlamıyorum.

Kalkıyorum, mutfağa gidip ekmeği alıyorum. Arasına salam koyup yemeye başlıyorum. Bu sırada yatak odasından tıkırtılar geliyor. Kız uyandı sanırım. İçeri bir göz atmalıyım, giderken telefonumu ya da cüzdanı aşırmasından korkuyorum. İçeriye gidiyorum. “Günaydın sevgilim” diyor ve dudaklarıma yapışıyor. İsteksizce öpüyorum ve “Günaydın” diyorum. “Günaydın ama kim olduğunu bilmiyorum, gece ne yaptık ondan da haberim yok. İstersen giyin ve git, istersen kal, bir şeyler atıştır öyle git, ama git.” diyorum. Biraz bozuluyor. Çok da umurumdaydı sanki. İç çamaşırlarını giyiyor önce. Elimde sandiviçle yatağımda oturarak onu izliyorum. Yavaş yavaş giyiniyor ve çantasını alıyor. Yediğim ekmeğin kırıntıları yere dökülüyor. Ayağımla kırıntıları yatağın altına itiyorum. Kız hazırlandı ve gitmeye hazır. “Ben gidiyorum, numaramı şu kâğıda yazdım, istediğin zaman ara tatlım” diyor. “Peki ararım.” diye cevap veriyorum ve gidiyor.

Ayılmam gerek. Bir kahve yapsam iyi olacak. Makinaya biraz su koyuyorum. Su ısınıyor ve birazdan kahve hazır oluyor. Fincana kahve yavaş yavaş boşalırken gece yaşadıklarım da aklımda daha düzgün bir hale geliyor. Kızla yaşadıklarım, akşamki konserin öncesi falan. Çok içtim, midem içinde sindirilen ekmeğe karşın hala yanıyor. Kahvemi içiyorum. Bir duş almak için banyoya giriyorum. Sıcak su başımdan omuzlarıma, oradan da ayaklarıma kadar geliyor. Hafif bir irkilme yaşıyorum. Boynumun arkası yavaş yavaş ısınıyor ve kendime geliyorum. Dışarıdan kapı ziline benzer bir ses duyuyorum. Evet, sanırım kapı çalıyor. Bornozumu giyip kapıya yöneliyorum. Gelen menajerim. “Evlat, merhaba” diyor. Bana evlat demesinden nefret ediyorum. “Merhaba, günaydın” diyorum. “Gün çoktan doğdu evlat, saat kaç oldu baksana.” diyor. “Ne söyleyeceksen söyle ve siktir git buradan.” diyorum. “Başım dönüyor, midem bulanıyor, seni çekecek havada değilim.”. “Tamam tamam, sinirlenme hemen, akşamki konseri ihmal etme ha. Onu söyleyeceğim, bir de plak şirketi ile görüşme var yarın. Grupça toplanıp gitmenin âlemi yok, sadece sen ve ben gideriz, adamlarla görüşürüz.” diyor sırıtarak. “Söyleyecek başka şeyin yoksa akşam görüşürüz.” diyorum ve adamı postalıyorum.

Evde durmak anlamsız diyorum kendi kendime. Dışarı çıksam belki açılırım. Giyiniyorum ve kendimi dışarı atıyorum. Sekiz silindirli spor arabam garajda beni bekliyor. Araba kullanacak durumdayım sanırım. Saat neredeyse akşam olacak. Zamanın nasıl geçtiği konusunda hiçbir fikrim yok. Gazlıyorum ve her zaman takıldığım bara gidiyorum.

Barmen türlü türlü şaklabanlıklarla beni karşılıyor. Param olmasa ve ünlü olmasam umurunda olmazdım, bunu biliyorum. Pek tepki vermiyorum. “Her zamankinden” diyorum ve önüme bir bardak Skoçu koyuyor. Cebimden amfetaminli ilacı çıkarıp bir tane atıyorum ağzıma. Üstüne de Skoçu dayıyorum. Bir sigara yakıyorum ve etrafı izliyorum. Yapacak çok fazla şey yok. Bardakların biri geliyor, biri gidiyor. Enerjim yeniden tavan yapmış durumda. Zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorum. Telefonum çalıyor. Arayan grubun basçısı: “Hadi oğlum neredesin, iki saattir seni bekliyoruz, saat yedide kuliste olmamız lazım.” diyor. “Tamam, geliyorum birazdan” diyorum. Barmene gülümsüyorum, önüne birkaç mavi banknot atıyorum, teşekkür ediyor, bardan çıkıyorum.

Kulise geldiğimde yine aynı telaş. Roadie gitarımı akort falan etmiş. Bana uzatıyor. On dakikaya sahnedesiniz çocuklar diyor menajer. Pis kan emici. Hep aynı bokları söyleyip duruyor. Biraz duman çekiyoruz beraber. Sonra kulisteki aynaya bakıyorum. Saçlarımı düzeltirken sağ gözümün daha büyük olduğunu fark ediyorum. Anlam veremiyorum. Birden kendimi sahnede buluyorum. Binlerce insan adımızı haykırıyor. Başım dönüyor. Başımın ön kısmına bir ağrı saplanıyor. Etraf kararıyor. Ayaktayım ama sanki uykuya dalıyor gibiyim.

*****

Uyandım. Dün çok çalışmış olmalıyım. En son bizim salak genel müdürle yaptığım saçma toplantıyı hatırlıyorum. Arabada da uyumuştum zaten. İşte, yorucu bir günün ardından bir yenisi daha beni bekliyor.

Etajerin üstündeki el yapımı Patek’imi alıp koluma takıyorum. Üstümü giyiniyorum. Benim kız hala uyanmamış. Uyandırmaya kıyamıyorum, öyle güzel ki… Üstümü giyiniyorum. Kıza ufak bir öpücük kondurarak telefonuma göz atıyorum. Bir sürü mail, gece de karım aramış. Lanet olsun! Yine bir şeylerden şüphelendi herhalde. Ne zaman burada kalsam sanki farkındaymış gibi hep arıyor. Kesin şüpheleniyor.

Elimi yüzümü yıkamalıyım. Banyoya giriyorum. Musluğu açıp sabunu elime boşaltıyorum. Suratıma birkaç kere su çarptıktan sonra aynaya bakıyorum. O kadar yorgunum ki… Sonra sağ gözümün daha büyük olduğunu fark ediyorum. Umursamıyorum, banyodan çıkıyorum ve çantamı alıp dışarı çıkıyorum. Şoförü aramam gerek. “Alo Rafet, neredesin? Saat sekiz oldu. Hala seni bekliyorum.” diyorum. “Geliyorum efendim yoldayım, beş dakikaya oradayım.” diyor. Sekiz dakika geçiyor ve arabam geliyor.

Maslak’taki ofisime giderken yanımızdan geçen arabadaki insanların hepsi bana bakıyor. Benim önemli biri olduğumun farkındalar sanırım. Şu minibüse bak hele. İçindeki bütün insanlar pis pis benim lüks limuzinimi süzüyorlar. Üzerimde çok fazla göz var. Kesin “Şimdi şoförü direksiyon hâkimiyetini kaybetse de bariyerlere bindirip geberse.” diye düşünüyorlar.  Rahatsız oluyorum ve perdeyi indiriyorum.

Şirkete varıyorum ve beni salak genel müdürüm karşılıyor. “Efendim yeni ihale hakkında toplantı yapmamız gerek.” diyor. Ne ihalesi diyecek gibi oluyorum fakat sonra hemen aklıma geliyor. Yeni bir ofis binası projesi için teklif hazırlanması gerekiyor. “İhalenin muhammen bedeli ne olacak?” diyorum. “Yüz yirmi beş milyon dolar efendim.” diyor. “Çok, biz yüz yirmi veririz. Kaynaklar sağlam değil mi?” diye soruyorum. “Evet efendim, içerideki müsteşar bize çok faydalı bilgiler verdi bu konuda.” diyor. “Peki” diyorum “Yüzümü kara çıkarmayın, göreyim sizi.” .

Çabucak akşam oluyor. Ofisten çıkıyorum. Arabama yöneliyorum. Şoförüm Rafet kapıyı açıyor, “İyi akşamlar efendim, gazetenizi de hazırladım.” diyor. Kapı kapanıyor ve yola çıkıyoruz. Gazeteyi okumaya başlıyorum. “Akıl hastası kadın, kendini metronun önüne atarak intihar etti.” yazıyor. “Ne acı bir ölüm” diyorum kendi kendime. Tuhaf. Başımın önü ağrıyor. Dün akşamki gibi uykuya dalacağım sanırım. Başımın ön tarafı çok ağrıyor. Uykuya dalıyorum.

*****

Uyandım. Dün, bütün gün çalıştım. Acilde nöbetçi bendim. Gelen üç beş hastayla ilgilendim. Bugün yepyeni bir gün, tekrar polikliniğe geri döneceğim. Bakalım nasıl tipler gelecek bugün.

Yataktan doğrulduğum gibi belime bir ağrı saplanıyor. Dün çok çalıştım, ondan olmalı. Karımı uyandırıyorum: “Haydi canım kalk da çocukları hazırla, servisleri birazdan gelir.” diyorum. Karım kahvaltımı hazırlarken ben de yüzümü yıkamak için banyoya gidiyorum. Aynaya bakıyorum ve bir gözümün daha büyük olduğunu görüyorum. Basit bir halüsinasyon bu. Yoğun çalışma temposu buna sebep olabilir. Bunu bir psikiyatr olan benden daha iyi kim bilebilir ki…

İçeri gidiyorum, karım çayı koymuş, kahvaltıyı hazırlamaya başlamış bile. “Günaydın tatlım.” diyorum ve dudaklarına küçük bir öpücük konduruyorum. Çocuklar uyanmışlar, ikisini de öpüyorum, “Günaydın çocuklar” diyorum. Çayın demlenmesini herkes uykulu gözlerle bekliyor. “Ne kadar çabuk giyindiniz bakayım siz öyle” diyorum ve oğlumun kafasını okşuyorum. “Annem bu konuda çok hızlı, hemen giydirir bizi.” diyor oğlum.

Kahvaltımı ediyorum. Bu sırada karım, çocukları okula uğurluyor. Odaya gidip giyiniyorum. Kravatımı düzeltirken karım gelip “Akşam yine geç mi geleceksin?” diyor. “Bilmiyorum hayatım, iş durumuna bağlı, iyi ki bugün acilde değilim.” diyorum. Kapıya yöneliyorum ve kapıyı açıp çıkıyorum.

Arabama biniyorum. Hastane eve pek uzak değil.  Çabucak varıyorum. Hemşirelerden biri “Günaydın ilk hastalarınız geldi bile.” diyor. Biraz geç kalmışım anlaşılan. “İlk hastayı hemen gönderin.” diyorum. İlk hasta genç bir adam. Neredeyse benim yaşlarımda. Kendi kendine bir şeyler sayıklıyor. “Merhaba, nasılsın?” diye soruyorum. Biraz bekliyor, çevresine bakınıyor ve birkaç dakika aynı pozisyonda duruyor. Önümdeki not defterine “Katatoni belirtileri” diye not ediyorum. Sonra konuşmaya başlıyor “Doktor bey, ne olduğunu bilemezsiniz. Geçen gün yine beni görmeye geldiler, bana zeta reticuli yıldız takımından haberler getirdiler. Dünyadaki bu savaş hali artık bitmeli diyorlar. Beynime bir çip yerleştirdiler. Sonra da beni tekrar eve bıraktılar. Ben  bu sırada tekrar geleceklerini biliyordum. Sonra sabah oldu ve beni buraya getirdiler. Evdekilerden şüpheleniyorum. Bana karşı bir komplo kurduklarının farkındayım.” konuşmasını bitiriyor ve tekrar donup kalıyor.

“Paranoya belirtileri, gerçekdışı sanrılar, laf salataları.” yazıyorum not defterine, “Katatoni”nin yanına bir soru işareti koyuyorum. “İlaç kullanıyor musun?” diyorum. “Hayır ama geçen gün konserden önce biraz içki içtim, belki de onun etkisidir.” diyor. “Ne konseri?” diye soruyorum. “Ben ünlü bir gitaristim bilmiyor musunuz?” diyor. “Evet, biliyorum öylesiniz.” diyorum. “Dün akşam da çok işim vardı. Bir sürü akıl hastasıyla uğraşmak çok zor. Siz benim meslektaşımsınız, o yüzden beni anlayacağınızı tahmin ediyorum.” diyor. “Büyüklük fikirleri, delüzyonlar.” diyorum. Tipik bir paranoid şizofreni vakası. “Sana şimdi bir reçete vereceğim, bu yazdığım hapları kullanırsan, geceleri seni artık ziyaret etmeyecekler, sana zarar veremeyecek kimse.” diyorum. “Doktor bey, beni yanlış anladınız galiba, ben hasta değilim.” diyor.

Başımın ön tarafına bir ağrı saplanıyor. Hasta, karşıda oturuyor, sanki uykuya dalıyor gibiyim.

*****

Uyandım. Tavana bakıyorum şu anda. Beyaz, yüksek bir tavan. Odada benden başka kimse yok. Kafamı biraz indiriyorum. Oturur vaziyette uykuya dalmış olmam enteresan. Karşımda bir adam oturuyor. “Merhaba, viziteye geldim, nasılsın?” diyor bana. “Hiç olmadığım kadar iyiyim ama neden burada olduğumu bilmiyorum.” diyorum. “Seni bir süreliğine misafir ediyoruz sadece.” diyor adam. Birden her şey aklıma geliyor yine. “Beni” diyorum “Beni, karıma, evime götürün. Hastalarım, ihale, konser. Akşam konserim var. Hastanede beni bekleyen hastalarım var.” diyorum. “Peki, peki, şimdi bunları düşünmenin zamanı değil. Çok yorgunsun, bütün gece oturarak mı uyudun?” diye soruyor. Hatırlamaya çalışıyorum. Her şey o kadar bulanık ki. “Sanırım.” diyebiliyorum.

Adam kalkıyor ve odanın içinde bir tur atıyor, yanına bir hemşire geliyor. “EKT için hazırlayın, ilaçlarını kestiniz mi?” diye hemşireye soruyor. “Kestik doktor bey, şimdi EKT’ye hazırlarız.” diyorlar. “Hayır!” diyorum, “Beni tekrar o odaya sokamazsınız. Kafamı o kadar çok acıtıyor ki o yaptığınız şey. Bunu bana tekrar yapamazsınız.” diyorum. Doktor “EKT fazla canını yakmayacak. Hemşire sana biraz ilaç verecek şimdi, seni sakinleştirir.” diyor. Hemşire bir iğne çıkarıyor ve ampulü kırıp içine biraz ilaç alıyor. İtiraz etmenin bir faydası yok. Damar yolumu bulup ilacı enjekte ediyor.

Şimdi biraz daha sakinim. Beni yine bu lanet odaya getirdiler. Odada bir ayna var. Aynada kendimi görüyorum. Bir gözüm diğerinden daha büyük. Başımın ön tarafı ağrıyor. Sanırım uykuya dalıyorum.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Casus-Joseph Conrad (İnceleme)

Şato-Franz Kafka (İnceleme)

Dublinliler-James Joyce (İnceleme)

Tatar Çölü-Dino Buzzati (İnceleme)

Karamazov Kardeşler-F.M.Dostoyevski (İnceleme)

Ölü Canlar-Nikolay Gogol (İnceleme)

Özgürlük Yolları 2 Yaşanmayan Zaman-Jean Paul Sartre (İnceleme)

Beyaz Gemi-Cengiz Aytmatov (İnceleme)

Kumarbaz-F.M.Dostoyevski (İnceleme)

Taras Bulba-Nikolay Gogol (İnceleme)