Devrim (Öykü)
Zeynep,
başını bar tezgahına doğru eğmiş, bir şeyler düşünüyordu. Arka fonda çalan müzik
son seste kulaklarında çınlıyordu. Bir anda, garsonun omzuna dokunmasıyla
irkildi:
-“Zeynep,
şuradaki grup için on tane tekila şat, sekiz tane de ellilik bira. Anladın mı?”
-“Anlamadım
bir daha söyler misin? “
-“On
tekila şat, sekiz de ellilik ver diyorum.”
Sıkıcı
bir işti. Zeynep, istenilen siparişi verdi. Garsonun, elindeki tepsiyle dans
edenlere çarpmadan gitmeye çalışmasını izledi. Siparişi veren grubu merak
ediyordu. Garson, birkaç metre daha ilerledikten sonra on-on iki kişilik bir
grubun önünde durdu ve siparişleri küçük bar masasının üstüne koymaya başladı.
Genç
kız, bu sırada gruptakilere baktı. İçlerinde dans edenler, yanındakinin kulağına
bir şeyler bağırarak gülenler, sevgililer, öpüşenler vardı. Kendini bir an için
onların arasında düşündü. Arkadaşları aklına geldi. Sonra da Hakan geldi
aklına. Hakan’la çıkmaya başladığından beri, Hakan’ın arkadaşlarından pek haz
etmemesi sebebiyle arkadaşlarıyla eskisi kadar sık görüşemiyordu. Okuldan ve bu
lanet bardaki işten arta kalan zamanlarda Hakan ile birlikte eylemlere,
yürüyüşlere katılıyorlar; daha güzel bir dünya için, beraber paylaştıklarına inandığı
idealler uğruna savaşıyorlardı.
Ertesi
sabah dersi olmadığı için o gece Zeynep, barın sahibine sabaha kadar
kalabileceğini söylemişti. Eğlenen, içki içen ve yarını düşünmeyen bir sürü
insanın ve kulaklarını delen aptal şarkıların eşliğinde geçecek bütün bir gece,
ona sanki bir asır gibi görünüyordu.
*****
Gece,
Zeynep’in umduğundan da çabuk yerini gündüze bırakmıştı. Barın bulunduğu ara
sokaktan çıkıp, İstiklal’de yürümeye başladı genç kız. Sabahın bu erken
saatinde cadde üzerindeki dükkânlara mal getiren kamyonlar, kamyonlardan indirdikleri
malları şuursuz bir acele içinde depolara taşımaya çalışan işçileri görüyordu
yolda. O insanları görünce, “Evet, devrim bu garibanlar için gelmeli.” diye
düşündü Zeynep; Hakan haklıydı. Polisten cop yemeleri ve gözleri yaşarana kadar
gaz solumaları boşa gitmeyecekti. Bu çark, bir yerde kırılmalıydı, kırılacaktı.
Çıkış
saatini ilk metronun kalkış saatine denk getirdiğinde, hayat Zeynep için daha
yaşanabilir oluyordu. Ağır adımlarla metroya indi. Bu saatte Taksim’in ve
metronun tenhalığı, İstanbul’un keşmekeşinden biraz olsun uzaklaştırıyordu onu,
o yüzden bu saatlerde dışarıda olmayı mazoşistçe seviyordu. Gözlerinden uyku,
omuzlarından yorgunluk akarken, sabahın ilk ışıklarıyla aydınlanan kaldırım
taşlarını, yeni uyandığı belli olan emekçilerin işlerine koşuşturmalarını
görmek, ona garip bir mutluluk veriyordu.
Metro
çabucak Şişli istasyonuna vardı. Genç kız metrodan indi, kollarını yürüyen
merdivenin bantları üzerine koyup başını kendini uyandırmak istercesine birkaç
kez salladı. Ev yakındı, bir kahvaltı edip sonra da güzel bir uyku çekecekti. İstasyondan
çıkıp evine doğru yürümeye başladı. Şehir iyiden iyiye uyanmaya başlamıştı bu
kısa süre içerisinde.
Zeynep,
evine yarı uyur bir vaziyette vardı. İçeriden gelen sesler, evde birinin
olduğuna işaretti. Sesin kaynağı bir süre sonra ev arkadaşı Nilay’ın elinde
telefonla odasından çıkması ile belli oldu. Zeynep gülerek:
-“Sonunda
evin yolunu hatırladınız küçük hanım.” dedi.
-“Ben
de az evvel geldim. Ali bıraktı beni. Kızııım çok nazik çocuk. Sabaha kadar bi’
dediğimi iki etmedi. Eve kadar da bıraktı. Eee sen n’aptın bakalım?”
-“Bildiğin
gibi. Sabahladım yine barda.” diye karşılık verdi Zeynep.
-“İş
çok muydu bari? Ay benimki de soru mu… Neyse neyse, akşam beni bekleme tatlım,
çünkü Ali ile bu akşam da cluba gideceğiz.”
-“Tamam,
beklemem. Yatıyorum ben, çok yorgunum. Artık ne zaman görüşürüz bilmem.” dedi
Zeynep zoraki bir gülümseme ile.
Nilay,
karşılık vermedi. Telefonu elinde, tekrar odasına kapandı. Zeynep önce mutfağa
gitti. Karnı açtı ama evde yiyecek pek fazla şey yoktu. Kahvaltı planları suya
düşmüştü. “Uyumak en iyisi” diye düşündü ve odasına çekilerek tatlı bir uykuya
daldı.
*****
Uyandı.
Gözlerini yandaki küçük çalar saate dikti. Neredeyse akşam oluyordu, eli hemen
telefonuna gitti. Hakan’ı aradı. Hakan’ı akşam eve çağırdı, hem Nilay da yoktu,
bu Hakan için iyi haberdi çünkü Hakan, Nilay’a uyuz oluyordu. Nilay hakkında
konuşurken “Küçük burjuva bebesi” diyordu hep. Haklıydı.
Zeynep
dışarı çıktı. Sevdiği erkek için hazırlayacağı akşam yemeği için bir şeyler
alması gerekiyordu. Markete uğradı, markette fazla zaman harcamadı. Romantik
bir akşam hayal ettiğinden paraya kıyıp iyisinden bir kırmızı şarap aldı ve eve
doğru yollandı.
Hava
kararmıştı. Zeynep, herhangi bir öğrenci evinde hazırlanabilecek en muhteşem
masalardan birini hazırlamış, Hakan’ı bekliyordu. Derken kapı çaldı. Gelen
Hakan’dı.
-“Hoş
geldin sevgilim.” dedi genç kız sevdiği erkeğin boynuna sarılarak.
-“Hoş
bulduk canım.” karşılığını aldı Hakan’dan.
Yemekler
yendi, şarap içildi ve önce saniyeler, sonra dakikalar, en sonunda saatler iki
genç insanın kanına karışan tatlı şarabın sarhoşluğu ile su gibi akıp geçti.
Zeynep, romantik bir akşam için elinden geleni yapmıştı ama Hakan’ın aklında
yine büyük tasarılar, büyük fikirler vardı. Şarap, Hakan’ın kalbindeki devrim
ateşinin üzerine benzin gibi dökülüyordu adeta. Birlikte dünyayı
değiştirebilirlerdi. İnsan isterse her şeyi yapabilirdi. Değişim tabandan
başlayacaktı. Bu eylemler git gide yayılacaktı. Eylemler sırasında gözler
yanacaktı, canlar da yanacaktı belki ama sonucu güzel olacaktı. Her şey daha
adil ve özgür bir dünya içindi. Konuşmalar bu konu üzerinde dönerken Hakan’ın
aklına o anda hafta sonu için yaptığı plan geldi:
-“Bu
hafta sonu pazar günü Taksim’de hükümeti ve polisin uyguladığı şiddeti protesto
etmek için yürüyüş var sevgilim. Gidiyoruz kesinlikle, cumartesi gecesi
çalışmak falan yok o yüzden. “ dedi.
Zeynep
isteksizce:
-“Aslında
cumartesi gecesi çalışsam iyi olurdu. Şu kredi kartı borcu aldı başını gitti.
Ama neyse. Tamam gideriz hayatım sen istiyorsan.” diye karşılık verdi.
-“Sen
istiyorsan diye bir şey yok Zeynep. Eğer gelmek istemiyorsan söyle. Seni
zorlayacak değilim.” dedi Hakan. Biraz alınmış gibiydi.
Zeynep
bir şey demedi. Sadece sevdiği erkeğe gülümsedi ve sonra ona sarılarak kendini
gecenin ve şarabın tatlı sarhoşluğuna bıraktı.
*****
Sabah
uyandığında Hakan gitmişti. Geceden “Yarın sabah erken kalkacağım. Bizim
çocuklarla toplantı yapıp eylemin detaylarını netleştireceğiz.” demişti. Zeynep
o akşam, Hakan’a söz verdiği gibi bara gitmeyecekti. Ertesi gün eylemde
dayanıklı olmalıydı. Nihayetinde bayat hamsi gibi gidilmezdi eyleme. “Neyse
bari, okula gidip gelecek haftaki ‘Organik Kimya’ vizesine çalışayım.” diye
düşündü ve kitabı açtı. Üst kattaki komşunun bebeği yine huysuzlanmıştı.
“Allahım yine mi!” diye düşündü Zeynep ve “En iyisi okula gidip kütüphanede
çalışmak” dedi kendi kendine ve yola koyuldu.
*****
Metro,
Şişli’den Maslak’a yavaş yavaş giderken üstünde Che tişörtüyle, ayağında damalı
konversleriyle Zeynep’in aklında düşünceler dönüp duruyordu. Hakan endüstri
mühendisliği okuyordu. Kendisi kimya mühendisliği. “Hakan mezun olunca ne
yapacak acaba?” diye düşündü. Herhalde yüksek lisans falan yapıp okulda
kalırdı. Hakan gibi ateşli bir devrimci kendini kapitalizmin ellerine teslim
edemezdi. Kendi de okulda kalmayı düşünüyordu. Notları iyi değildi ama beraber
taşrada bir üniversitede hoca olarak pekâlâ yaşayabilirlerdi. Sonra “Yok yok,
bu kadar uzun boylu düşünme. Hem onu gerçekten seviyor musun?” diye sordu kendi
kendine. Cevabı bilmiyordu.
Sonra
bir anda Hakan ile olan ilişkisi gözünün önünden geçti. Bu ilişki Zeynep’in okul
hayatını kötü etkilemişti. Arkadaşlarıyla da arası bozulmuştu. Hem onu çok
sevmiyordu Hakan, bakışlarından ve sergilediği davranışlardan belliydi. “Dün
gece hazırladığım romantik ortamın içine bile devrimci düşünceleri sokup o
romantizmin içine etti.” diye düşündü.
Zihni
bulanıktı. Metro istasyonundan çıkıp okula, kütüphaneye doğru yürüdü.
Fotokopiciden alınmış “Organik Kimya” kitabı
kopyası koltuğunun altında, ağır adımlarla ve zihnindeki düşüncelerle
kütüphaneye ilerledi genç kız. Tam da vize zamanıydı. Koskoca kütüphanede, o
kadar masa arasında bir tane bile boş yer bulmanın imkânı yoktu. Çoğu masanın
üzerine sanki rezerve edilmiş gibi, kitaplar konmuştu. Zeynep, sonunda boş bir
masa bulup “Organik Kimya” kitabının kapağını açtı. Aldehit ve ketonlar
gözlerinin önünden geçerken o, yalnızca tek bir adamı ve pazar günü olacak
eylemi düşünüyordu. Tüm bunlara değer miydi?
Etrafına
baktı. Herkes önündeki notlara ve kitaplara konsantre olmuş bir şeyler okuyor,
yazıyor, çiziyor, yanındaki arkadaşı ile sessizce bir şeyler tartışıyordu.
“Organik Kimya” kapağı, “Aldehit ve Ketonlar” konusunun yazılı olduğu sayfalar
üzerine sertçe kapandı. Hayır, çalışamayacaktı. Pazar günü katılacakları eylem
için dövizler hazırlanmalıydı.
*****
“TAAKSİM
İİİÇİN DİRENECEĞİZ!”
“BASKIIILAR
BİİİZİ YILDIRAAMAZ!”
“DİRENE
DİRENE KAZANACAĞIZ!”
Sloganlar
meydanın bir ucundaki Kültür Merkezi ile eski otel binası arasında
yankılanıyordu. Zeynep ve Hakan’ın da aralarında bulunduğu büyük kalabalık, o
öğlen Taksim Meydanı’nda toplanmış, hükümete, yapılan yanlış uygulamalara
yönelik eleştiriler hep bir ağızdan dile getiriliyordu.
Eylem
sakin başlamıştı. Polis, haberi çok
önceden aldığı için meydanın çevresini barikatlarla kapatmış, eylemciler teker
teker alana doluşmaya başlamış ve yapılan basın açıklaması ile olayların fitili
ateşlenmişti. Polis, her zamanki gibi önce geri çekilmiş, sonra coplarla ve gaz
bombalarıyla eylemcileri dağıtma yoluna gitmişti. Hakan ve Zeynep bu hengâmenin
içinde birbirlerini zor da olsa görüyor, grubun liderlerinin gittiği ara
sokaklara kaçmaya çalışıyorlardı.
Zeynep,
bir an için durdu. Arkasına sert bir cismin çarptığını hissetti. O an için
yoğun gaz bulutunun altında gördüğü son şey, Hakan’ın bu sıcak günde ayağına
geçirdiği siyah botları olmuştu.
*****
Nişantaşı’nda
insanlar cadde boyunca yürüyor, kimi vitrinlere bakıyor, kimi yanındakini
çekeleye çekeleye bir yerlere götürmeye çalışıyor, kimi sevgilisinin, karısının
ya da kocasının kolunda konuşa konuşa ilerliyordu. Ali iki yüz elli beygir
gücündeki pahalı ve yüksek ses çıkaran spor otomobilini cadde boyunca sürdü. Sonunda
bir alışveriş merkezinin otoparkına park etti.
Yeni
sevgilisi Nilay da yanındaydı. Nilay’a döndü:
-“Yavrum
açsan bir şeyler yiyelim şu Kafe Delüks’te ne dersin?” diye sordu. Nilay, Ali
ona ne derse yapmaya hazırdı:
-“Tamam
aşkım, sen nereye istersen oraya gidelim benim için farkmaz.” dedi.
Kafe
Delüks’e oturan iki sevgili birlikte pahalı bir şeyler yiyip tatlı faslına
geçtiler. Nilay’ın yüzü kafedeki büyük televizyona dönüktü.
“TAKSİM’DEKİ
EYLEMLERDE ON ÜÇ EYLEMCİ İLE İKİ POLİS YARALANDI. YARALANAN BİR GENÇ KIZ
HASTANEYE KALDIRILDI.”
Görüntüleri
izlerken hastaneye kaldırılan genç kızı gördü. Kız ona çok tanıdık geldi. Tam o
sırada Ali ona döndü ve:
-“Nilay,
yavrum burdan sonra Tarabya’ya geçelim mi? Biraz içeriz, bizim çocuklar da
oralardaymış. Biraz koparız, akşam da bana gideriz ha ne dersin?” dedi.
Nilay’ın
dikkati televizyondaki değişen görüntü ve Ali’nin sorusuyla bir anda dağıldı,
bakışları televizyondan ayrıldı ve Ali’ye dönerek sadece “Tamam aşkım, nasıl
istersen.” diyebildi zoraki bir gülümsemeyle.
Bu sırada hastaneye kaldırılan kız hala aklındaydı ama “İnsan insana
benzer” diye düşündü ve Ali’nin bitmek bilmeyen monologları eşliğinde akşamki
eğlenceyi hayal etmeye başladı.
*****
Zeynep
gözlerini çamaşır suyu kokan bir hastanede açtı. Yanında kimse yoktu. Tam o
sırada içeri gençten bir hemşire girdi. İçeri giren hemşireye sordu:
-“Neredeyim
ben? Nasıl geldim buraya?”
-“Eylem
sırasında yaralanmışsınız, polis sizi buraya kadar getirdi. Durumunuz stabil
olduğunda onların nezaretinde karakola kadar gideceksiniz. Telaşlanmayın,
önemli bir şey yok, hep olur böyle.”
diye cevapladı hemşire.
Zeynep
durumu ‘stabil’ olduğunda bir polis eşliğinde karakola kadar gitti. Rutin
işlemler yapıldı ve salıverildi. Sırtında hala ne kadar süre önce yediğini
bilmediği copun acısı ve muhtemelen izi de vardı. Yanında hala kimse yoktu. Allahtan
cebindeki akbil duruyordu. Metroya binip eve gitti.
Eve
geldiğinde yaptığı ilk iş, eylemden önce evde bıraktığı telefonu açmak oldu.
Dokunmatik ekran üzerinde beliren harflerle sms bölümüne şunları yazdı:
“hakan,
ben hastaneden ciktim. tabi bunun pek umurunda oldugunu sanmiyorum. senden ayriliyorum.
bi daha beni arama.”
*****
10
YIL SONRA
-“Zeynep,
bak bu adamları kaptırmamamız lazım. Adamlar bütün polis teşkilatının tek
tedarikçisi. Kauçuktan imal edilmiş milyon tane şey satıyorlar. Şu
geliştirdiğimiz yeni ürünü bu adamlara pazarlamayı başarırsak, şu toplantıdan
alnımızın akıyla çıkarız. Alacağımız pirimi bir düşünsene…”
Zeynep
pazarlama ekibinden arkadaşı olan Berk’i duymuyordu bile. Bekleme salonundaki
televizyona takılmıştı gözü. Kau Kauçuk Fabrikası’nın pazarlama müdiresi
Zeynep, konsantre bir şekilde televizyona bakıyordu. Televizyonda bir eylem ve
eylemi kontrol etmeye çalışan polisler vardı ama ekranda olanlar Zeynep’i hiç
ilgilendirmiyordu. Jop Kauçuk Ürünler A.Ş.’nin ürün geliştirme departmanının
bekleme salonu iyi döşenmişti. Bu işi bağlarlarsa bu şirket, Zeynep’e Berk’in
dediği kadar yüklü miktarda pirim kazandıracak ölçüde büyük görünüyordu.
Birden
bekleme salonunun kapıları açıldı. Döpiyes giymiş, esmer ve güzel, genç bir
kadın Kau Kauçuk’un pazarlama müdiresini ve müdür yardımcısını içeri davet
etti. İçeride alüminyum kasalı, deri kaplı minimal sandalyeler ve kocaman bir
masa vardı. Masanın bir ucunda üç kişi oturmuştu. İçlerinden şişman ve kel bir
adam kalkıp Zeynep’in elini sıktı:
-“Merhaba
Zeynep Hanım, hoş geldiniz. Ben Jop Kauçuk Ürünler A.Ş.’de ürün geliştirmeden
sorumlu yönetici Hakan Polat.”
Zeynep,
adamın kalan sözlerini dinlemedi. Adamın yüzüne baktı. Onu tanıyordu. Hakan’dı
bu adam. Evet oydu. Zeynep bir anda ciddileşti. Kısa tanışmanın ardından hemen
sunuma başladı. Hakan adındaki şişman ve kel adam sunumu saygısızca yarıda
böldü:
-“Tamam
da Zeynep Hanım şimdi polisler ürünlerin yeterince sert kauçuktan
üretilmediğini söylüyorlar. Jop marka coplarımız hem suçluları etkisiz hale
getirecek kadar sert, hem de iz bırakmayacak kadar esnek olmalı. Önceki
tedarikçiler bunu sağlayamadı. Siz nasıl bir çözüm üreteceksiniz bu konuya?”
diye sordu.
Zeynep
konu hakkında tatminkâr bir şeyler söyledi. Hakan’dan ayrıldıktan sonraki
yıllar içinde edindiği tecrübe ile yanlarında getirdiği numunelerin
sağlamlığından ve suçluyu etkisiz hale getirecek ama yaralamayacak kadar esnek
oluşundan falan bahsetti. Hakan adındaki şişman ve kel yöneticinin yüzünde bir
gülümseme belirdi. Ürünü eline aldı ve inceledi. Ürünü beğenmiş gibiydi:
-“Bu
iş oldu Zeynep Hanım. Yeni kauçuk tedarikçimiz sizsiniz diyebilirim. Artık
işler imzaya kaldı.” dedi.
Zeynep
gülümseyerek şişman ve kel adamın elini sıktı. Adam kompliman yaparcasına
Zeynep’e:
-“Bir
şeyler içmez misiniz? Hem daha detaylı sohbet ederiz.” diye sordu. Genç kadın,
kendini pek iyi hissetmiyordu. “Hayır, teşekkürler ama çok önemli bir
randevumuz daha var, inşallah başka zamana.” dedi ve durumu ustaca geçiştirdi.
Hakan,
onu tanımamıştı. Şişman ve kel adamın parmağında bir yüzük vardı. Yüzünde hayal
kırıklığına uğramış, iğrenç bir ifadeyle “Peki madem, nasılsa artık iş ortağı
sayılırız.” dedi ve Zeynep’in yüzüne doğru abes bir kahkaha patlattı.
Zeynep
bir şey söylemeden zoraki bir şekilde gülümseyerek, “Görüşmek üzere, tanıştığıma
çok memnun oldum.” dedi ve arkasını adama dönerek arkadaşı Berk ile toplantı
odasından çıktı. Odadan çıkarken kendini iyi hissetmiyordu. Gözü yeniden bekleme
salonundaki televizyona takıldı. Televizyonda hala eylemle ilgili bir haber
vardı. Haberi önemsemeden yürümeye devam etti. Şişman ve kel adam arkadan,
“Görüşürüz Zeynep Hanıım” dedi. Bu sırada genç kadının midesi bulanıyordu ve
garip bir şekilde sırtı acıyordu.
Yorumlar
Yorum Gönder