Siddhartha-Hermann Hesse (İnceleme)



Hermann Hesse’nin “Bu kitapta tüm dinlerde, insanların benimsediği tüm inanış biçimlerinde ortak olan yanı, tüm ulusal ayrımları aşan, tüm ırkların, tüm bireylerin benimseyebileceği şeyi yakalamaya çalıştım.” şeklinde tanımladığı ölümsüz eseri Siddhartha. Okuyucuyu imgelemin uç noktalarına taşıyarak sıkmamayı bir şekilde başarıyor Hesse. 

Her ne kadar eylem tasvirlerinden çok, düşüncelerin önemli olduğu bir eser olsa da aşağıdaki bölümde kitabın olay örgüsünden biraz bahsetmek iyi olacaktır. 

DİKKAT! : BU BÖLÜM ESER İLE İLGİLİ DETAYLI BİLGİ İÇERİR 

Siddhartha, küçük yaşlardan itibaren en yakın dostu Govinda ile Buddha’nın öğretilerine uygun yaşayan genç bir göçebe “samana”dır. Buddha’nın da öğütlediği gibi “Ben”inden sıyrılmaya çalışan genç adam bunun boş bir çaba olduğunu görür ve arayış sürecine daha farklı öğretilerle devam etme arzusuyla diğer samanaların yanından ayrılarak şehre gitmeye karar verir. Şehre ulaşmak için geçmesi gereken bir nehrin başına gelir ve burada Vasudeva adında bir kayıkçı ile karşılaşır. Kayıkçı genç samanaya acır ve onu, para istemeden karşıya geçirmeyi kabul eder. 

Genç Siddhartha şehre vardığında samana kılığından uzaklaşarak, şehirdeki diğer insanlar gibi giyinir ve kendini şehir hayatına bırakır. Orada Kamala adında biraz hafifmeşrep bir kadından, ona daha evvel bir samana iken uzak kaldığı cinsel hazları öğretmesini ister. Kadın, Siddhartha’ya bakar ve parası olmadığı için onu geri çevirir fakat onu, para kazanmasına yardım etmek için şehrin zengin tüccarlarından birinin yanına gönderir. Siddhartha kısa süre içinde işinde başarılı olur ve Kamala’ya kendini iyiden iyiye kaptırır. Şehir hayatının keşmekeşi içinde Siddhartha zihnindeki arayıştan kurtulduğu düşüncesi ile hayatına devam eder. Kısa süre içerisinde zengin olmuş, kendine kumar gibi kötü alışkanlıklar edinmiş, zevk ve sefa içerisinde bir hayat içinde kaybolmuş, artık bambaşka biri olmuştur. 

Yıllar sonra bir gün, bir samana iken şehre geliş yolunda geçtiği nehrin kıyısında bulur kendini. İçindeki boşluk sahip olduğu maddelerin hiçbiri ile dolmamıştır. O an intihar düşüncesi geçer zihninden. Ormanda nehir kıyısında şuursuzca dolaşırken eski dostu Govinda’ya rastlar fakat eski dostu onu tanıyamaz. Govinda’ya “İşte benim sevgili dostum, üstümde bu zengin kıyafetleri olsa da ben hala o eski göçebe samana Siddhartha’yım.” der. Dostu Govinda arkasını dönüp giderken Siddhartha, içindeki eski Siddartha’ların tamamının öldüğünü fark eder. Etrafına bakar, ağaçlara bakar, cıvıldayan kuşların ve delice akan nehrin sesine kulak verir. O sırada yeni bir Siddhartha’nın doğduğunun farkına varır. Zevk alemine dalmış o zengin Siddhartha, bir zamanlar samana Siddhartha’yı öldüren nehrin çağlamaları altında ölmüştür. 

Siddhartha, nehrin ilerisinde samana Siddartha’yı öldüren o yolculuğun başlangıcında karşılaştığı kayıkçı Vasudeva’yı görür ve onun yanına gider. “Beni nehrin karşısına geçirmeni istiyorum ama param yok. Para yerine üstümdeki bu kıyafetleri vereyim.” der. Kayıkçı bunu kabul eder ve birlikte karşıya geçerler. Vasudeva, Siddhartha’yı hatırlar ve onu kulübesinde misafir etmeyi önerir. Siddartha bu öneriyi kabul eder ve sahip olduğu tüm zenginlikleri bırakıp kayıkçının kulübesinde yaşamayı kabul eder. 

Kayıkçı kulübesinde günler geçerken, bir gün Buddha’nın ölüm döşeğinde olduğu haberi gelir. Kendini Buddha’ya adamış Kamala, Siddhartha’dan olan çocuğunu da yanına alıp yollara düşer (Burada büyük bir zaman atlaması söz konusu). Yolda bir yılan tarafından ısırılır ve Siddhartha’nın kollarında ölür. Sevdiği kadının ölümünü gören Siddhartha oğluna bakar ve içinde yepyeni bir umut ışığı doğar. 

Zaman geçtikçe baba ile oğul arasındaki ilişki kötüye gider. Zenginliklere alışkın küçük çocuk bir kayıkçı kulübesinde yaşamaya alışamaz ve bir gün kaçıp gider. Siddhartha da onu aramak için peşinden gitse de oğlunu bulamaz. Derin bir üzüntüyle olduğu yerde kalır ve içindeki “ben”in bir kez daha öldüğünü hisseder. 

DİKKAT! : BU BÖLÜM ESER İLE İLGİLİ DETAYLI BİLGİ İÇERİR 

Siddhartha, anlaşılması en az Siddhartha kelimesinin yazımı kadar zor bir eser. Net bir başlangıcı ve net bir bitişi yok. Olaylar birbirinden fazlasıyla kopuk. Eseri hiç okumamış ve okumayı düşünmeyen biri için yukarıda yazdığım olay örgüsü fazlaca saçma ve kopuk gelebilir ama yazar bu eserde olayları anlatma, mantıksal bir tutarlılık içinde sıralama kaygısı gütmemiş. Yazar, bireyin benliği, iç dünyası ve süregelen bu insani arayış hakkında önemli dersler vermeyi amaçlamış. 

İşbu eser bir romandan ziyade, düşüncelerin akıp gittiği, birbiri içine girdiği, karıştığı ve sonra düzlüğe çıktığı, karmaşık örülmüş, doğu felsefesi ile harmanlanmış, sürekli bir arayışı öven, içsel bir hesaplaşma gibi. Eserin, doğu mistisizmine olan bağı, bireyin özgürlüğü ve "arayış"ını konu alışı ve bu sebeple 60’lı yılların sonlarına doğru batı dünyasına egemen olan karşıt kültür hareketinin, Jack Kerouac’ın “Yolda” isimli eseri ile birlikte ikinci kutsal kitabı olmasını anlamak bu noktada hiç de zor değil. 

Hesse’nin kurduğu nehir analojisi, kitabın en önemli noktalarından biri. Siddhartha’nın nehri geçmesi ile geçmeden önceki benliğini öldürüp başka bir benliğe geçişi, her insanın olduğu gibi nehrin de en yakın denize dökülmek gibi bir amaca sahip oluşu ve doğanın da sonu gelmez bir akışa sahip olduğunu anlatmak için daha iyi bir benzeşim kurulamazdı herhalde. Herakleitos’un nehri, Siddhartha’ları öldüren nehirle özdeş aslında. 

Öte yandan Hesse’nin bu eserde evrensel bütünlük anlamında ortaya koyduğu düşünceler de oldukça kayda değer. Hesse, Siddhartha’nın ağzından “Maddeyi madde olduğu için seviyorum, ileride bu elimdeki taş ufalanıp toprak olabilir, o toprak bir bitkiye can verebilir.” derken milyonlarca yıl evvel, etrafımızdaki, bedenimizdeki tüm elementleri üreten süpernova patlamalarına gönderme yapıyor sanki. Hesse, değişim kavramını, doğu felsefesinden esinlenerek kurduğu bu benzeşimlerle oldukça net bir biçimde açıklamayı başarmış. Söz gelimi her nefes alış verişimizde ağzımızdan çıkan su buharı, binlerce kilometre öteye bir yağmur damlası olarak düşebilir, bu yağmur damlası bir okyanusa, bir göle ya da bir nehre karışabilir ama yok olmaz. Hesse, bilimin bize öğrettiği madde ve enerjinin korunumu kaidesini, doğunun bize öğrettiği bütünlük düşüncesi ile açıklayarak okuyucuyu düşünmeye sevk ediyor. 

“Bilgi bir başkasına aktarılabilir, bilgelik ise asla. Bilgelik keşfedilebilir, yaşanabilir ama öğretilemez.” diyor Siddhartha. Ne kitabın, ne Siddhartha’nın ne de Hesse’nin bilgelik öğretme gibi bir niyeti yok. Kayıkçı Vasudeva’nın da Siddhartha’ya dediği gibi “Nehri dinle, o sana her şeyi anlatacak.”. Kendinizi nehrin akışına bırakın ve bu eseri okuyun diyebilirim sadece. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Casus-Joseph Conrad (İnceleme)

Şato-Franz Kafka (İnceleme)

Dublinliler-James Joyce (İnceleme)

Tatar Çölü-Dino Buzzati (İnceleme)

Karamazov Kardeşler-F.M.Dostoyevski (İnceleme)

Ölü Canlar-Nikolay Gogol (İnceleme)

Özgürlük Yolları 2 Yaşanmayan Zaman-Jean Paul Sartre (İnceleme)

Beyaz Gemi-Cengiz Aytmatov (İnceleme)

Kumarbaz-F.M.Dostoyevski (İnceleme)

Taras Bulba-Nikolay Gogol (İnceleme)