Uyanış (Akıl Çağı)-Jean Paul Sartre (İnceleme)
Orijinal adı ile L’age De Raison Türkçe adı ile “Akıl Çağı”,
Jean Paul Sartre’ın “Özgürlük Yolları Üçlemesi”nin ilk kitabıdır. Sartre,
neredeyse tüm eserlerinde olduğu gibi, özgürlük kavramını ve bireysel
seçimlerin insan hayatında oynadığı rolü bu kitapta ustaca bir kurguyla ele
almış. Kitap hakkında detaylı tahlillere geçmeden önce anlattığı hikayeden
biraz bahsetmekte fayda var. (Kitabı okumamış olanlar bu bölümü
atlayabilirler.)
DİKKAT ! : BU BÖLÜM KİTAP HAKKINDA DETAYLI BİLGİ
İÇERMEKTEDİR
Mathieu, burjuva soyundan gelen, burjuva gibi yaşayan, aynı
zamanda da solcu fikirleri benimseyen, çelişkiler içinde bir felsefe öğretmenidir.
Ivich adındaki güzel öğrencisi ve kardeşi Boris ile zaman geçirmeyi
sevmektedir. Fakat bu iki gençle zaman geçirmesi yine ona gençlikle yaşlılık
arasında büyük bir gel git yaşatmaktadır.
Bir gün sevgilisi Marcelle’in hamile olduğunu öğrenir.
Çocuğu aldırmak için Marcelle’in önünde iki seçenek vardır; ya pis bir kocakarı
ile bu işi halledecektir, ya da beş bin frank ücret isteyen saygın bir doktorda
bu işi çözecektir. Üçüncü bir seçenek ise Marcelle’in bu çocuğu aldırmamasıdır
fakat Mathieu bunu düşünmek bile istemez.
Mathieu, çocuk konusunda Marcelle’in fikrini en başından
beri sormaz. Bu çocuk mutlaka alınmalıdır ve Mathieu beş bin frankı bulmak için
her şeyi yapar, her türlü yolu dener, herkesten borç ister fakat kimse ona borç
vermek istemez aksine bu derdi açtığı kişiler onun Marcelle ile evlenmesi için
ısrar ederler. Mathieu ise Ivıch’e aşık olduğunu düşünmektedir. Marcelle ile
evlenmeyi bir dayatma olarak görürken, Ivich ile birlikte olmayı ise bir
özgürlük olarak görür.
Nihayetinde Ivich Paris’ten ayrılır ve Mathieu, Ivıch’in
kardeşi Boris’in sevgilisi olan dansçı Lola’dan beş bin frankı bir şekilde
çalar. Marcelle ise kürtaj yaptırmak istememektedir. Mathieu gerçeği itiraf
edince, Marcelle onu kovar. Mathieu’nun arkadaşı Daniel ise tüm olayı kontrol
eder. Her şeyden haberi olan Daniel, olanlardan sonra Mathieu’ya, Marcelle ile
evleneceğini söyler. Mathieu bunu duyduğunda kıskançlıktan çılgına döner. Daha
evvel önlemek için hırsızlık yaptığı evlenme işini artık tüm kalbiyle
istemektedir fakat iş işten geçmiştir.
DİKKAT ! : BU BÖLÜM KİTAP HAKKINDA DETAYLI BİLGİ
İÇERMEKTEDİR
*****
“Özgür seçimler hayatı belirler ve en büyük suç
pişmanlıktır.” derken Sartre, bu savlarını oldukça güçlü bir şekilde bu eserde
ispat ediyor. Hayatın akışını anlık seçimler çiziyor. İnsan, yalnızca anı
yaşıyor ve yaptığı eylemlerden doğan pişmanlığı bu sebeple tamamen anlamsız. Bu
hikayenin karakteri olan Mathieu, yaptığı eylemleri sorgulamadan yaparken,
başına bir anda gelen felaket onun bir anda paniğe kapılmasına, yaptığı
edimleri yadsımasına sebep oluyor.
Kader, ya da Sartre’ın dediği gibi “özgür seçim”ler, insanın
hayatını oluşturuyor. Mathieu, kendini anlık bir hevese kaptırarak başka
güzelliklere karşı gözlerini bağlıyor ve kulaklarını tıkıyor. Aslında çoğu
zaman hepimiz de böyle yapmıyor muyuz? Bu hikâyedeki imgelem gibi, kendiniz
adına bir kadın erkek ilişkisi hayal edin. Bir tarafta size uygun olabilecek
ama olmasa da olur dediğiniz biriyle bir ilişki yaşamayı planladığınızı
düşünün. Öbür tarafta ise sizi bekleyen üç buçuk milyar küsür karşı cinsiniz
olan insan arasından aklınızdaki “idea”ya uyacak tanımda birini bulmanız da
ihtimal dahilinde. Hangisini seçersiniz?
Sorunun cevabı aslında güç değil. O anın şartları neyi gerektiriyorsa onu
seçersiniz. Her insan farkında olmadan bunu yapar ama sonra “Neden böyle
yaptım, böyle olmasaydı daha mı iyi olurdu…” diye hayıflanıp durur. Olan
olmuştur. Geçmiş, geçmişte kalmıştır. Onu değiştirmek için yapılacak bir şey
yoktur. Şimdiki zamanı bir felaket ile etkileyen karar, zamanında doğru olarak
addedilerek seçilmiş ve öyle yapılmıştır.
İşte hayatta pişmanlığı doğuran ve dolayısıyla bireyin
özgürlüğünün kısıtlanmasına sebep olan temel şey ikilem… İkilemler, açmazlar ve
gereğinden fazla sorgulama, özgürlüğü fazlasıyla kısıtlama manasına geliyor
belki ama gereğinden az sorgulama da aynı ölçüde kontrolsüz bir özgürlük
anlamına geliyor. Sartre’ın özellikle Baudelaire’i, üzerine bir biyografi
yazmaya itecek kadar çok sevmesinin ardında yatan sebep, kendisinin de
belirttiği gibi, Baudelaire’in ne kadar uç bir hayat yaşamış olursa olsun asla
kontrolünü kaybetmemesi ve pişmanlık duymamasıdır. Sartre’ın Baudelaire’e
oturttuğu bu ideal kisve, aslında felsefesinin temelini oluşturan en önemli
olgu.
Mathieu yaptığı hatanın sonuçlarına katlanmak yerine,
Marcelle’in fikrine saygı duymadan adeta faşistçe bir tutumla bu eylemi bir
sonuca bağlamak istemiş ama başarılı olamamıştır. Bir canlının dünyaya gelme
hakkını, bir annenin yavrusunu doğurma isteğini, bir insanın var oluşuna
müdahale etme gayreti içinde hiçe saymış fakat sonuca varamamıştır. Sonuç
olarak verdiği kararın anlamsızlığının farkına varmış ve “uyanış”ı yaşamıştır.
Sartre’ın tanımladığı bu uyanış süreci, hayatın çeşitli
safhalarında hepimizin sıkça yaşadığı bir süreç sanıyorum ki. Bu sebeple “Bir
kitap okudum, hayatım değişti.” diyen insanlarla fazla dalga geçmiyorum artık.
İnsan varlığı, zihni o kadar karışık bir mekanizma ki, yaşadığı en ufak bir
deneyim, hayatında dönüm noktası oluşturabiliyor. Bu sebeple Sartre’ın
“Özgürlük Yolları” üçlemesinin bu ilk eseri, anlamak isteyen için etkileyici
bir mahiyet taşıyor. Şiddetle tavsiye olunur.

Yorumlar
Yorum Gönder