Bu Bir İşaret Olmalı (Öykü)


Zeytinburnu’ndan Kabataş’a gitmekte olan tramvay kalabalıktı. Yıllardır Sirkeci’ye, bankadaki işine bu yolu kullanarak gidip gelen Erdal için bu yolculuk da, onunla aynı vagonu paylaşan onlarca kişi için olduğu gibi rutin bir işti. Tramvay, durakları birer birer geride bırakırken, Erdal’ın sabah mahmurluğunu bir anda dağıtan bir şey oldu. Bir kadının:
-‘Evet evet pis sapık! Sendin bana arkadan dokunan. Sizin gibiler yüzünden sokağa çıkamaz olduk artık. Sen dur, polise şikayet edeceğim seni…” diye bağırdığını duydu.
Kadının suçladığı adam şaşkınlık ve utanç içinde hiçbir şey söylemeden duruyordu. Erdal, bir an için adamın suçsuz olduğunu düşündü ama ne önemi vardı ki? Araya girenler olayı yatıştırınca her şey eski seyrine geri döndü.
            Erdal, tramvaydan Sirkeci durağında indi, hemen ilerideki simitçiden bir simit alarak bankaya doğru yürürken bir yandan elindeki simidi yemeye koyuldu. Bankaya geldi ve yıllardır her sabah yaptığı gibi kapıdaki güvenlik görevlisine zoraki bir gülümseme ile: “Merhaba, günaydın Zeki Bey.” dedi. Zeki Bey de Erdal’a aynı şekilde karşılık verdi ve bu ritüel de tamamlanmış oldu.
            Bankada işler sıkıcıydı. Erdal her gün onlarca müşteri ile görüşüyor, pek çok hesapla uğraşıyor, yüzlerce, binlerce liraya el sürüyordu. Her türden insanla uğraşıyordu. Ne kadar sıkıcı olsa da bir makine gibi senelerdir yaptığı bu işi yapmaya devam ediyordu. Her insan gibi Erdal’ın da hayalleri vardı. Kırk yaşını geçeli birkaç sene olmuştu ama hala annesinin yanında yaşıyordu. Arkadaşları ona zaman zaman “Ana kuzusu, müzmin bekar” gibi lakaplar takıyorlardı. Erdal, bunlara gülüp geçse de kendini anlayabileceğine inandığı ve hayatın sorumluluğunu paylaşabileceği bir kadın ile yepyeni bir hayat kurmak en büyük arzusuydu.
            Erdal, Bankada günlük işlerine devam ederken yan taraftan iş arkadaşları Nihal Hanım ile Ahmet Bey’in seslerini işitti. Nihal Hanım:
- ‘O kadar para verip dershaneye yazdırdık şu kızı. Okulda hocaları şikâyetçi, sınavları nasıl verecek bilmem. O okusun diye yıllardır babasıyla canımızı dişimize taktık. Borçlar aldı yürüdü. Ne yapacağız bilmem Ahmet Bey.” dedi.
Ahmet Bey:
-‘Valla Nihal Hanım, borç derdi hepimizde var. Terzi söküğünü dikemez misali, benim kart borçları da almış başını gidiyor. Şeytan dürtüyor arada bas bir tuşa silinip gitsin hepsi diye!’ dedi ve gevrek bir kahkaha attı.
Erdal saatine baktı, mesai bitimi gelmek üzereydi. Yapılması gereken son işleri de halledip hazırlandı ve bankadan ayrıldı. “Eve biraz geç gitmenin bir zararı olmaz.” dedi kendi kendine ve sahilden Galata Köprüsü’ne doğru yürümeye başladı.
Akşamüstü hava güzeldi. Arabaların gürültüleri, martıların seslerine karışmıştı. Köprü üstündeki balıkçılar oltalarını sallıyor, tutamayınca da akıntıya bahane buluyorlardı. Balıkçıları bir süre izledi Erdal, sonra denize baktı. Köprünün altından bir tekne yüksek sesli bir müzik eşliğinde İstanbul’un tüm gürültüsünü yara yara ilerliyordu. Bir düğün teknesiydi bu. Nihal Hanım’ın “Şimdilerde teknede düğün moda, belki senin düğünü de teknede yaparız.” deyip gülüşünü hatırladı ve gülümsedi Erdal. Yıllardır her şeyi ertelediğini, elinden her gün geçen binlerce liranın onun tüm bu dertlerine son verebileceğini düşündü. Öyle ya, şimdinin kızları paraya, mevkiye önem verirdi. Para ve mevki olmayınca saadet de olamazdı.
            Tekne boğazın sularında yavaş yavaş gözden kaybolurken Erdal, dönüş için tramvay durağına doğru yürümeye başladı. Aklından para ve mutlulukla ilgili binlerce şey geçerken yerde yeşil bir kâğıt parçası gördü. Kâğıdı eline aldı, bir piyango biletiydi bu. Acaba eski bir bilet mi diye düşünürken, biletin üzerinde çekilişin o gece yapılacağının yazılı olduğunu gördü. “Bu bir işaret olmalı, Allahım sonunda sesimi duydun ve bu bileti benim karşıma çıkardın.” dedi içinden. Yeniden doğmuş gibiydi Erdal, içini tarifsiz bir heyecan kaplamıştı. İş çıkış saatinin kalabalığı umurunda olmadan, sanki bir saniye içinde evine vardı. Annesine “Merhaba” dedi, onu öptü ve yemeği hazırladı. Birlikte yemek yediler, “Çok yorgunum, biraz dinlenmem gerek, sana iyi geceler anne” diyerek odasına çekildi ve gece gerçekleşecek çekilişi düşünerek hayallere daldı. Yeni bir ev alacaktı. Belki güzel, afili bir araba da alırdı. Güzel bir kadın bulup evlenir, annesine de rahat bir hayat sunardı o zaman. Bu düşüncelerle uykuya daldı. Yarın bambaşka bir sabaha uyanacaktı.
            Sabahın ilk ışıklarıyla uyanan Erdal, yerinde duramıyordu. Ev ona dar geliyordu, hemen üstünü giyindi ve kendini dışarı attı, tramvaya bindi. Belki de bu, onun bu lanet tramvaya son binişiydi. Durakta iner inmez hemen bir büfeye koştu. Üzerinde büyük harflerle “MİLLİ PİYANGO ÇEKİLİŞİNİN KAZANAN NUMARALARI ÜCRETSİZ EKTE” yazan bir gazete alıp bankaya doğru yürümeye başladı. Heyecandan içi içine sığmıyordu. Büfeden bankaya kadar olan yolun nasıl geçtiğini anlamadı bile. Bugün her şey çok farklıydı, Erdal’ın aklında yalnızca cebindeki yeşil bilet ve koltuk altındaki çekiliş sonuçlarının basılı olduğu gazete vardı. Bu sefer Zeki Bey Erdal’a “Günaydın!” dedi ama Erdal onu duymadan hızla masasına ilerledi.
            İçindeki eki ayırarak gazeteyi bir kenara fırlattı. Cebinden bileti çıkardı ve bir an için gözlerini kapadı. Kalbi yerinden çıkacak gibiydi. Kazanan numaraları kontrol etmeye başladı ama kendi biletine amorti bile çıkmamıştı. Defalarca bir bilete, bir de kazanan numaralara baktı. Hayır, bu gerçek olamazdı. Bu kesinlikle bir işaretti, öyle olmalıydı.
            Erdal, içinde bir şeylerin değiştiğini hissetti. Ayağa kalktı, vezneye doğru yürüdü. Veznedara:
-‘Kasada ne kadar para varsa hepsini bir poşete doldur ve bana ver!’ dedi.
Veznedar afallamıştı:
-‘Erdal Abi, şaka mı yapıyorsun, neden bahsediyorsun sen?’ diye karşılık verdi.
Erdal:
-‘Ben ne diyorsam onu yap. Yoksa seni öldürürüm.” dedi.
Veznedar diretince, Erdal adamın boynuna sarıldı. Birkaç darbe ile genç veznedarı yere serdi, kasayı açtı ve paraları bir torbaya doldurmaya başladı. O an aklından hiçbir şey geçmiyordu. Zaman durmuş gibiydi. Yalnızca elleri, ellerine aldığı poşet ve kasadaki paralar vardı. Bu sırada bankadaki müşteriler paniğe kapılmış, içlerinden biri Zeki Bey’e haber vermiş, Zeki Bey de vakit geçirmeden polisi aramıştı. Erdal, paraları doldurmayı bitirdikten sonra panikten faydalanıp kaçmaya çabalasa da kendinden hayli güçlü olan Zeki Bey tarafından etkisiz hale getirildi.
Polis olaya yetişmekte fazla gecikmemişti. Çoktan etkisiz hale getirilmiş, enkaza dönüşmüş olan Erdal’ın bileklerine kelepçeyi geçirmiş, onu bir çuval gibi polis arabasının arka koltuğuna tıkmıştı. Polis arabası hareket ederken, üstü başı kan olmuş, çökmüş olan Erdal bir an için hayallere daldı ve gülümsedi. Dışarıdan, uzakta bir yerden yüksek sesli bir müzik geliyordu. “Bu saatte düğün olmaz.” diye düşündü Erdal. Bu sırada bankada işler yavaş yavaş yoluna girmekteydi. Erdal’ın poşete doldurduğu paralar sayıldı, tekrar kasaya kondu. Erdal’ın darp ettiği veznedar o gün izinli sayıldı. Ahmet Bey ile Nihal Hanım, işten sıkıldıklarında kendi borçlarını değil, Erdal’ın neden böyle bir şey yaptığını konuşuyorlardı.  Masadaki bilet aynı yerinde duruyordu; gazete ekinin yanında…
Bu, bir işaret olmalıydı.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Casus-Joseph Conrad (İnceleme)

Şato-Franz Kafka (İnceleme)

Dublinliler-James Joyce (İnceleme)

Tatar Çölü-Dino Buzzati (İnceleme)

Karamazov Kardeşler-F.M.Dostoyevski (İnceleme)

Ölü Canlar-Nikolay Gogol (İnceleme)

Özgürlük Yolları 2 Yaşanmayan Zaman-Jean Paul Sartre (İnceleme)

Beyaz Gemi-Cengiz Aytmatov (İnceleme)

Kumarbaz-F.M.Dostoyevski (İnceleme)

Taras Bulba-Nikolay Gogol (İnceleme)