Clarissa-Stefan Zweig (İnceleme)
Clarissa, Knut Beck’in Stefan Zweig’ın taslaklarından
oluşturduğu, Zweig’ın ölümünden sonra yayımlanan romanıdır. Kitapta Clarissa
adında genç bir kadının Birinci Dünya Savaşı öncesinde, sırasında ve sonrasında
yaşadıkları anlatılmaktadır.
Savaş öncesi özgür Avrupa’da filizlenen bir aşkın meyvesinin
bir kadını, savaş sonrası bir harabeye çevirmesinin romanı Clarissa. Savaşın
griye boyadığı bir dünyada onuruyla ve aşkıyla ayakta kalmaya çalışan genç bir
kadının hikâyesi.
DİKKAT! BU BÖLÜM KİTAP HAKKINDA DETAYLI BİLGİ İÇERMEKTEDİR.
Clarissa, asker bir babanın kızıdır. Küçük yaşta annesini
kaybetmiş, o ve ağabeyi yatılı okullarda okumak üzere gönderilmiştir.
Clarissa’nın asker babası her hafta ondan okulda o hafta neler öğrendiğini
kendisine rapor etmesini istemektedir. Böylece kızının hayatına ortak
olabileceğini düşünmektedir fakat bu durum Clarissa’nın hoşuna gitmemektedir.
Clarissa’nın ağabeyi Eduard subay okulunda okumaktadır.
Babası ve ağabeyi düzenli olarak Clarissa’nın okuduğu manastıra gelip onu
ziyaret etmektedir. Babasının ziyaretleri oldukça monoton ve sevgiden uzakken,
ağabeyi Eduard’ın ziyaretleri eğlenceli ve sevgi doludur.
Bir gün, manastıra Marion adında bir kız gelir. Kısa süre
içinde Marion, herkesle dost olur. Clarissa kızın bu dışa dönük kişiliğine
hayranlık duymaktadır. Marion bir şekilde Clarissa ile arkadaş olur ve ona her
şeyi anlatır. Clarissa aslında Marion’un sevgiye ne kadar muhtaç olduğunu ve ne
kadar yalnız bir kız olduğunu anlar. Marion bir gün kendisine yapılan pis bir
şakayı sindiremez ve ona şaka yapan kıza saldırır. Bunun üzerine uzaklaştırma
cezası alır. Clarissa, okuldaki tek dostunu da bu şekilde kaybeder.
Clarissa ve Eduard babalarından derhal Viyana’ya dönmelerini
yazan bir telgraf alırlar ve bu telgraf üzerine apar topar Viyana’ya giderler.
Babaları oldukça üzgündür zira üstleri ondan askerlik görevinden istifa
etmesini istemiştir. Yaşlı adam, istifasını vermiştir. Bütün hayatı askerlik
olan adam perişan bir vaziyettedir. Eduard ve Clarissa daha önce babalarını bu
kadar yıkılmış bir şekilde görmemişlerdir. Yaşlı adam, çıkması muhtemel bir
savaş hakkında hazırlamış olduğu raporların bir kopyasını oğlu Eduard’a
bırakır.
Zaman akıp gider ve Clarissa sonunda manastırdaki eğitimini
tamamlar. Manastırdan ayrıldıktan sonra bir meslek seçmesi gerektiğinin farkına
varmıştır. Genç kız, psikolojiye ilgi duymaktadır. Bir gün Dr. Silberstein
adındaki bir psikiyatristin konferansına katılır. Keskin zekâsı ve tuttuğu
düzenli notlarla Clarissa, Dr. Silberstein’ın dikkatini çeker ve kısa sürede
doktorun asistanı olur ve onunla çalışmaya başlar.
Dr. Silberstein, Clarissa’ya kendi problemlerinden bahseder.
Başka hastalara teşhis koyduğunu fakat kendisinin de onlardan pek farklı
olmadığını söyler. Clarissa’nın ise sakin ve sağlam bir kişiliğinin olduğunu ve
buna hayranlık duyduğunu belirtir. Yaşlı profesör ile Clarissa artık dost
olmuşlardır.
Clarissa hayatı boyunca hiçbir erkeğe bağlanmadığını fark
eder. Diğer kızların aksine kendi kabuğunda yaşamayı tercih etmiştir ve bu
durum canını sıkmaktadır fakat erkeklere ayıracağı zamanı işine ayırmak, ona
daha mantıklı gelmektedir. Bir gün doktor onu kendi gidemeyeceği için onu İsviçre’deki
bir kongreye göndermeyi teklif eder. Daha önce hiç yurt dışına çıkmamış
Clarissa önce çekinse de sonra bu teklifi kabul eder.
Clarissa, kongrede organizasyon işiyle uğraşan Leonard
adında genç bir Fransız öğretmenle tanışır. Hayatında ilk defa farklı bir
ülkede tek başınadır ve hayatında ilk defa bir erkekten ve o erkeğin
düşüncelerinden etkilenmiştir. Kongrenin son gününde Leonard, Avusturya veliaht
prensi Ferdinand’ın vurulduğu haberini Clarissa’ya verir. Bu haber Clarissa’yı
derinden etkilemiştir.
Kongrede konuşmacılardan biri bu haber üzerine Sırp
katılımcılarla kavga eder ve konuşma yapmayı reddeder. Bunun üzerine Leonard,
konuşma yapması için Clarissa’dan ricada bulunur ve Clarissa da bu rica üzerine
konuşma yapmayı kabul eder. Başarılı bir konuşmanın ardından kongre biter ama Clarissa
da Leonard da birlikteliklerinin bitmesini istememektedir.
Bunun üzerine her şeyi bir kenara bırakıp tatillerini
uzatmaya karar verirler. Leonard, Clarissa’ya aslında evli olduğunu fakat
karısıyla ayrı yaşadıklarını anlatır. Hayatı hakkında tüm detaylardan bahseder.
Clarissa ile Leonard zamandan bağımsız, sadece birbirleriyle baş başa bir tatil
geçirirler ve birbirlerine git gide daha çok bağlanırlar. Clarissa ve Leonard
bir akşam birlikte olurlar.
Birkaç hafta süren mutlu tatilin ardından Leonard aldığı bir
gazetede, Avusturya’nın Sırbistan’a savaş açtığı haberini görür. Clarissa’nın
babası da bir telgrafla ordudaki görevine geri döndüğünü ve kızının da
Avusturya’ya geri dönmesi gerektiğini bildirir. İki âşık için yolun sonu
gelmiştir. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Bir daha kim bilir nerede buluşacaklar,
görüşeceklerdir. Savaş, her şeyi bir anda griye boyamıştır.
Clarissa Viyana’ya döner ve babasını ziyaret eder. Babası
tekrar eski görevine dönmenin mutluluğu içindedir. Clarissa’ya, ağabeyinin
cepheye gönderileceğini söyler. Genç kız ağabeyine veda eder. Babası,
Clarissa’ya savaş zamanında ne iş yapacağını sorar, Clarissa’nın önünde fazla
seçenek yoktur. Babasına bir cephe hastanesinde hemşire olarak çalışacağını
söyler.
Clarissa, hastanede insanüstü bir çabayla çalışmaktadır. Bir
yandan da Leonard’ı düşünmektedir. İyileştirdiği her hastada Leonard’ı
görmektedir. Bir gün ağabeyinin ölüm haberini alır ve haberi aldığı gibi
bayılır. Bayılmasının sebebi sonradan anlaşılır: Clarissa, hamiledir,
Leonard’dan bir bebek beklemektedir.
Genç kadın, babasının onurunu düşündüğü için bebeği aldırmak
istemektedir. Bu konu hakkında yardım almak için hayattaki tek sırdaşı Dr.
Silberstein’ın yanına gider. Doktora bebeği aldırmak istediğini söyler.
Silberstein, genç kadına, bebeğin babasını sevip sevmediğini sorar. Clarissa
tereddüt etmeden Leonard’ı sevdiğini, eğer birlikte olma ihtimalleri olsa bu
çocuğu seve seve doğuracağını söyler. Doktor bu itirafı duyduktan sonra bebeği
aldırmanın bir cinayet olacağını, Salzburg yakınlarındaki kır evinde çocuğunu
büyütebileceğini Clarissa’ya söyler. Clarissa ise hala kararsızdır.
Daha sonra genç kadın hastanedeki işine geri döner. Orada
ruhsal yönden ağır hasta olan Brancoric adında genç bir subayla ilgilenir. Askerin
cepheye tekrar gönderilmemek için numara yaptığını anlar. Aklına Leonard ve
kendi bebeği gelir. Brancoric’e bir an için acır ve onu doktora ihbar etmemeye
karar verir. Asker, Clarissa’ya
bağlanmıştır. Beklenmedik bir anda ona evlenme teklif eder. Bu teklif Clarissa’yı
hem şaşırtmış hem de kızdırmıştır.
Bu sırada bir eğlence sırasında Clarissa, eski dostu
Marion’a rastlar. Marion bir şarkıcı olmuş, hayatını bu yolla kazanmaya
başlamıştır. Clarissa Marion’daki değişimi fark eder. Marion, yaşadığı
çalkantıları ve intihar girişimlerini Clarissa’ya anlatır. Clarissa’nın aklında
bir şimşek çakar. Marion gibi intihar etmeyi denemeyi düşünür fakat sonra
intiharın bir çözüm olmadığını anlar.
Clarissa, Brancoric’e karnındaki çocuktan bahseder ve
kendisine yaptığı evlenme teklifinin geçerli olup olmadığını, çocuğa soyadını
vermek isteyip istemediğini sorar.
Brancoric tereddüt etmeden, teklifinin geçerli olduğunu, çocuğun
kendisinden olup olmamasının önemli olmadığını ve ona babalık yapabileceğini
söyler. Clarissa bu cevap üzerine çok duygulanır ve Brancoric’in evlenme
teklifini kabul eder. Brancoric ve Clarissa evlenirler. Brancoric söz verdiği
gibi Clarissa’nın çocuğuna soyadını verir ve yine söz verdiği gibi uzaklara
gider. Clarissa bu arada Dr. Silberstein’ın yanındaki eski işine döner.
Aylar birbirini kovalarken Brancoric git gide daha zengin
olmuştur. Clarissa’ya pahalı hediyeler göndermektedir. Clarissa kocasının bir
kaçakçı olduğunu, onun ve çocuğunun onurunu zedeleyeceğini düşünmektedir fakat
Brancoric Clarissa’nın babasının bile güvenini kazanmış, sözüm ona gizli bir
görevde ülkesine hizmet etmiştir.
Yıllar geçer, savaş biter ve Brancoric savaşın bitmesiyle
sıfırı tüketir. Avusturya İmparatorluğu çökmüştür. Clarissa’nın çocuğu büyümüş,
Brancoric de çocuğa iyi bir baba olmuştur. Bir gün Clarissa bir ayinde babasına
rastlar. Babası Clarissa’nın bir hain olduğunu, Leonard adında bir Fransız’ın
ona mektuplar gönderdiğini bildiğini söyler. Clarissa şok olmuştur; bir yandan
da sevinmektedir, Leonard onu hala unutmamıştır fakat yapacak bir şey yoktur
zira Clarissa artık evli bir kadındır. Onurunu, tüm mücadelesine rağmen
koruyamayan Clarissa’ya kalan tek hatıra Leonard’dan olma çocuğudur.
DİKKAT! BU BÖLÜM
KİTAP HAKKINDA DETAYLI BİLGİ İÇERMEKTEDİR.
Clarissa, savaşın parçaladığı hayatları, genç bir kadının
mahvolan hayatından yola çıkarak bizlere gösteriyor ve Stefan Zweig’ın ne kadar
usta bir kalem olduğunu gözler önüne seriyor. Savaş öncesi, sırası ve
sonrasında; büyüyen, genç kız olan, ilk aşkı tadan ve genç bir kadın olarak
çocuğuyla tek başına mücadele vermek zorunda kalan Clarissa ile, Franz
Ferdinand’ın öldürülmesiyle patlak veren savaşın gelişmesini, sürmesini ve
bitişini kurulan bir metaforla anlatıyor. Clarissa’nın yaşadıkları ile savaş
arasında kurulan bu ilişki, kitabın bu kadar etkileyici olmasındaki en önemli
sebep olarak karşımıza çıkıyor.
Savaşın ne demek olduğunu ve insanları nasıl çaresiz
bıraktığını en iyi anlatan yazarlardan biri kuşkusuz Stefan Zweig’dır.
Brezilya’da 1942 yılında, ülkesi Avusturya’nın ve Avrupa’nın içine düştüğü
durum sebebiyle yaptığı intihar eylemi, her ne kadar umutsuzluğunu gösterse de,
Zweig’ın ne kadar sert bir savaş karşıtı olduğunu bize anlatmaya yeterli. Clarissa’yı
ölümün kıyısına getiren umutsuzluk, Zweig’ın benliğini ele geçirmiş olsa da bu
umutsuzluğun kaynağı da elbette savaş. Bu eylemde Zweig’ın haksız olduğunu
kimse söyleyemez ama tek çözümün intihar olmadığını bu eserinde de belirtmesi
de ayrı bir ironi.
Öte yandan Zweig, kitap boyunca yaptığı karakter tahlilleri
ile psikoloji bilgisinin sınırlarını bize gösteriyor. Kitapta çizdiği farklı
karakterlerin farklı portreleri, sıradan gibi görünen insanların hayatında ne
denli büyük trajediler olabileceğini gösteriyor. Mesleğine sıkı sıkıya bağlı
bir baba, sevgiye muhtaç bir kız, bile bile ölüme giden genç bir adam,
savaşmayı reddeden genç bir subay ve daha niceleri… Kitapta çizilen portreler
arasında kurulan ustaca bir ilişki mevcut.
Stefan Zweig yaşasaydı belki çok daha farklı bir roman
okuyabilirdik ama bu taslağından aşağı yukarı ne demek istediğini anlamak mümkün.
Yaşayıp da romanı tamamlasaydı daha detaylı bir olay örgüsü, daha farklı bir
son okurduk belki kim bilir… Ama bu taslak bile Zweig’ın ne kadar önemli bir
yazar olduğunu anlamak için yeterli ve kitabı okumaya değer kılan, savaşın yol
açtığı dramların soğuk bir taş gibi ağır, sert ve net bir şekilde yazıya
dökülmüş bir eser olması kesinlikle.
Yorumlar
Yorum Gönder