Barbarları Beklerken J.M. Coetzee (İnceleme)
“Bazı insanlar haksız yere acı çektiğinde, acılarına tanık
olanların kaderi, bunun utancını hissetmektir.”
J.M. Coetzee
Barbarları Beklerken, John Maxwell Coetzee’nin 1980 yılında
yayımlanan, hayali bir imparatorlukta geçen, bu hayali imparatorlukta sınırda
bulunan bir kasabanın yönetimini üstlenmiş bir sulh hâkiminin bakışından
olayların aktarıldığı romanıdır. Eser içerisinde Güney Afrika’da yaşanan
insanlık dramlarına ve yapılan insanlık ayıplarına oldukça sert göndermeler yer
almaktadır.
DİKKAT! BU BÖLÜM, ESER HAKKINDA DETAYLI BİLGİ İÇERMEKTEDİR.
Hikaye, sınırda bir kasabanın yönetimini üstlenmiş ve
kitapta adı belli olmayan bir “Sulh Hakimi”nin gözünden okuyucuya
aktarılmaktadır. Hâkim’in görevi, imparatorluk adına gelirleri toplamak,
karakolları kontrol etmek ve suç işleyen “barbarları” yargılamaktır.
Bir gün, karakola hayvan hırsızlığı yaptığı suçlamasıyla
biri çocuk üç kişi getirilir. Sorgu sırasında içlerinden biri ölür. Çocuk,
işkence altında her şeyi itiraf eder ve barbarların imparatorluğa karşı bir
isyan hazırlığı içinde olduğunu anlatır. Çocuğun itirafları sonucunda barbar
saldırısı paranoyası başlar.
Karakolun en yetkili subayı olan Albay Joll, çölde keşif
gezisine çıkmak için bir kafile toplar. Amaçları çölde saklanması muhtemel
barbar kavimlere bir baskın düzenlemek, içlerinden isyan hazırlığında olanları
yakalayarak karakola getirmektir. Albay ve kafilesi keşif gezisine çıktıktan
birkaç gün sonra, kafileden birkaç asker tutsaklarla birlikte karakola geri
döner. Bu sırada olayları izlemekte olan Hâkim, tutsaklara yapılan muameleyi
görür ve onların masum balıkçılar olduğunu söyleyerek olanlara isyan eder ama
elinden daha fazlası gelmez.
Karakoldaki nezarethanelerde tutulan tutsakların yaşam
koşullarını gören Hâkim, yaptığı işten ve tutsakları getiren askerlerden nefret
eder. Bu olaya göz yumduğu için kendini suçlu hissetmektedir fakat görevini
yapma sorumluluğu ile bu eziyetlere karşı takınacağı insanca tutum arasında
bocalamaktadır.
Hâkim, bir gün karakolun kapısında dilenci bir kız bulur.
Kızın nereden geldiği belli değildir. Hâkim kızı alır, temizletir, giydirir ve
kendi hizmetinde kullanmaya başlar. Bir süre sonra kıza karşı farklı duygular
beslediğini anlar. Kızın nereden geldiğini sorar fakat kız cevap vermez.
Zavallı kız bir süre sonra kendine yapılanları ayrıntılarıyla anlatınca Hâkim,
çılgına döner. Bunu hangi askerin (ya da askerlerin) yaptığını öğrenmek için
tüm askerleri sorguya çeker fakat kimse sorumluluğu üstlenmez.
Bu sırada Hâkim, görev süresi dolan askerlerin yerine gelen
müfrezenin başındaki komutandan, baharda barbarları sınırdan sürmek için yeni
bir harekât planlandığını öğrenir ama buna anlam veremez çünkü barbarlar zaten
göçebedir ve sürekli yer değiştirmektedirler. Sivil bir yönetici olarak Hâkim,
genç komutanla barbarlar üzerine konuşmaya başlar. Barbarların topraklarını
geri istediklerini, sömürge yönetiminin eziyetinden bıktıklarını ve
özgürlüklerini geri istediklerini söyler askere. Asker ise Hâkim’in bu
düşünceleri karşısında şaşırmış ve sinirlenmiştir.
Derken Hâkim, bir kafile toplayarak barbarları ziyaret
etmek, gerekirse onları patlaması muhtemel bu savaştan vazgeçirmek, hem de
yanında çalıştırdığı kızı halkına geri götürmek amacıyla yola çıkar. Kız,
yolculuğa pek sıcak bakmasa da gelmeyi kabul eder. Çöl koşulları herkesi
zorlamaktadır. Yolculuk günler sonra amacına ulaşır. Bir hafta kadar sonra, bir
barbar kavmi ile karşılaşırlar. Hâkim, kıza barbarlarla gitmek isteyip
istemediğini sorar. Kız da gitmek istediğini söyler ve adam, her ne kadar tam
tersini istese de kızın bu isteğine karşı çıkmaz.
Yaşlı adam, kafileyle birlikte geri döndüğünde barbarlarla
bir savaşın başladığını öğrenir. Düşmanla ittifak yapmaktan ve vatana ihanetten
tutuklanır. Zavallı adam tutuklu kaldığı hücrede, barbar oldukları iddia
edilerek tutsak edilen insanların çektiği acıları anlar. Onların çektiği
çilelerin aynısını çeker. Uzun bir süre tek başına hücrede kalan Hâkim günün
birinde, bir yolunu bulup dışarı kaçmayı başarır. Fakat tutsaklık, ona garip
bir şekilde daha çekici görünmektedir. Tekrar hapis hayatına geri döndüğünde
bir grup tutsağın daha karakola getirildiğini görür. Albay Joll’a hitaben
oldukça sert sözler söyler ve yaptıklarının ne kadar büyük bir insanlık ayıbı
olduğundan bahseder fakat bu sözler Hâkim’in başına dert açacaktır. Yaşlı adam
bu sözler sonucunda günlerce işkence görür.
Yaşlı adam bir süre daha işkence gördükten sonra salıverilir
ve bir münzevi olarak yaşamaya devam eder fakat sonrasında devran döner ve
tekrar eski görevini yapmaya başlar. Bu sırada kasabada olan bütün kötü olaylar
barbarlara mal edilmektedir fakat barbarlardan eser yoktur, bekleyiş hala
sürmektedir.
DİKKAT! BU BÖLÜM, ESER HAKKINDA DETAYLI BİLGİ İÇERMEKTEDİR.
Coetzee, bu eserde insanlık adına önemli dersler
vermektedir. Eser, hayali bir imparatorlukta geçse de, Afrika’daki sömürge
yönetimlerine yapılmış ağır bir taşlama niteliğinde olduğu açıktır. Kitabın
anlatıcısı rolündeki “Sulh Hâkimi” karakteri, mesleğinin getirdiği
sorumlulukla, insani sorumlulukları arasında bocalamaktadır. İnsanların
yargısız bir şekilde infaz edilmelerini, onlara işkence edilmesini bir türlü
anlayamaz ve şöyle der:
“Bir başkasının gizli bedenine, onu yakarak, yırtarak ya da
keserek girebileceğinizi düşünmek ne doğal bir hata.”
İşkencenin, orantısız güç gösterilerinin ne demek olduğunu
bu cümleyle tanımlamıştır Coetzee. İşkence, baskıcı bir rejimin kendini korumak
adına yaptığı insanlık dışı bir eylemdir. Askerler ile Hâkim arasındaki
çatışmanın sebebi budur. Hâkim, işkence görmüş birine tutulur ve o kızın neler
çektiğini ilk elden görür. Yıllarca yapılan bu eylemlere işi gereği sessiz
kalmış olsa da, bu muamelelere maruz kalmış birini görmek, onun yaşadıklarını
tahayyül etmek, Hâkim’i görevine ve imparatorluğa ihanet(!) etmeye zorlamıştır.
Coetzee bu aşk hikâyesiyle, işkenceye maruz kalanların da insan olduklarını ve
duyguya sahip olduklarını okuyucuya aktarmayı başarmıştır.
Öte yandan, kitabın ismiyle müsemma oluşu da hayli dikkat
çekicidir. Barbarlar sürekli beklenmektedir. Kasabada gerçekleşen tüm kötü
olaylar görünmez ama beklenen bir düşmana yani barbarlara yıkılmıştır. Aslında
ortada barbar falan yoktur. Kimse onları görmemiştir. Barbar kavramı,
imparatorluk otoritesinin ürettiği ve yaptığı zulümlere uydurduğu bir kılıftır
sadece. 17. yüzyıldan, 20. yüzyılın ortalarına kadar süren bu süreç,
sömürgelerin çoğunun bağımsızlık kazanmasıyla son bulmuş gibi görülse de, “barbarlık”
yerine “demokrasi”, “terör” gibi daha farklı kılıflar uydurularak emperyalizm haklı
bir zemine oturtulmuş ve günümüze kadar gelmiştir.
Büyük devletler ve hükümranlığını hisseden insanlar için
çağlar boyu kan, acı ve gözyaşı olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Bu
açıdan bakıldığında Coetzee’nin yazdığı bu eser bir distopya değildir, faraziye
hiç değildir. Realist bir bakışla anlatılan, geçmiş zulümlere olduğu gibi,
gelecekte de çıkar uğruna yaşanacak zulümlere yapılan bir göndermedir. Beklenen
barbarlar hiçbir zaman gelmeyecektir. Ama birileri barbar olarak
nitelendirilmeye ve acı çekmeye devam edecektir.
Yorumlar
Yorum Gönder