Anayurt Oteli-Yusuf Atılgan (İnceleme)
Anayurt Oteli, Yusuf Atılgan’ın 1973 yılında yayımladığı ve
daha sonra 1986 yılında Ömer Kavur tarafından sinemaya uyarlanmış ikinci
romanıdır. Etkilendiğim ve çok sevdiğim yazarlardan biri olan Yusuf Atılgan’ın
bu “başucu” kategorisine koyulmaya değer eseri hakkında bir şeyler yazmadan
evvel hikâyenin gidişatından biraz bahsetmek doğru olacaktır sanıyorum ki.
DİKKAT! : BU BÖLÜM ESER HAKKINDA DETAYLI BİLGİ İÇERİR
Hikâye, dedesinden babasına, babasından da ona kalan Anayurt
Otelin’i işleten, Ömer Kavur’un filminde de Macit Koper’in canlandırdığı Zebercet
isimli bir adam üzerine. Zebercet yalnız yaşayan, otuzlu yaşlarının ortasında
bir adamdır. Otelde elbette yalnız değildir; otelin çeşitli işlerini yapmakta
olan ve filmde Serra Yılmaz tarafından canlandırılan Zeynep ile bir de kedi
otelin diğer kalıcı sakinleridir.
Otelde günlük işler devam etmektedir. Zebercet, hayatında
hiçbir yenilik olmayan bir adamdır; otelde her zamanki işleri bir robot gibi
sorgulamadan ve tepkisiz bir şekilde yapmaktadır. Otelin rutin işleri ile
uğraşırken bir gün gecikmeli Ankara treni ile bir kadın otele gelir. Otelde bir
gece kalır ve gider. Zebercet, kadın hakkında hiçbir şey bilmemektedir, kadının
ne adı, ne nerede yaşadığı, ne de niçin otelde kaldığı konusunda hiçbir bilgisi
yoktur. Gecikmeli Ankara treni ile gelen kadın, Zebercet’in olağan akışında
giden hayatını tamamen değiştirecektir.
Zaman içinde Zebercet alışkanlıklarını değiştirir. Gecikmeli
Ankara treni ile gelen kadının odasını kimseye kiraya vermez, arada odaya kendi
gider ve zamanının büyük bir kısmını orada geçirerek kadın ile ilgili
fanteziler kurar. Zaman içinde Zebercet’in kadın hakkındaki fantezileri, kendi
geçmişine ve otele yönelik bir takıntıya dönüşür. Takıntılar Zebercet’i esir
alır ve en sonunda onu bir bilinmezliğin ve boşluğun içine sürükler.
DİKKAT! : BU BÖLÜM ESER HAKKINDA DETAYLI BİLGİ İÇERİR
*****
Yukarıda hikâyesinden kısaca bahsettiğim bu kitap, aslında
bir kısır döngünün, bir obsesyonun romanı. Kitabın adı Anayurt Oteli olmasaydı,
eminim “Takıntı” olurdu. Yusuf Atılgan’ın çizdiği bu Zebercet karakteri, ilk
romanı “Aylak Adam”da çizdiği “C.” karakteri ile benzer fakat bir o kadar da
birbirinden ayrı karakterler. Her iki karakter için de takıntılar ve bitmek
bilmeyen bir arayış söz konusu. Bu arayış Zebercet’i bir kısır döngüye ve
çöküşe sürükler, takıntıları onu esir alır. Boğucu ve tekdüze yaşamlarımız
içerisinde esiri olduğumuz anlık takıntılar hayatı tıpkı Zebercet’e olduğu gibi
bize de zehir ediyor. Bu açıdan bakınca aslında Zebercet’ler hepimizin içinde.
Yazar, ayrıca bireylerin toplum gözünde önemleri ve olaylar,
kişiler, kavramlar üzerindeki önem algıları konusunda çok önemli tahliller
yapıyor. Şöyle ki: Otele gelen müşterilerin kayıtlarını dikkatle ve düzenli
olarak polise teslime teslim eden Zebercet, bir gün polis ile konuşurken bu
kayıtların bir kenara atıldığını öğrenir. Bu konuşma yaşanmadan evvel, kayıtların
teslim edilmesinin çok önemli bir şey olduğunu düşünmektedir, zira yaptığı otel
işletme işinin en önemli parçalarından biri “otel kâtipliği”dir. Birileri için
çok önemli olan şeyler, başkaları için hiç önemli olmayabilir. Yusuf Atılgan,
Zebercet için önemli olan o kayıt defterinin polis için hiçbir şey ifade
etmemesini anlatırken, olaylara, kişilere ve durumlara anlam katanın insan olduğu
dersini okuyucuya veriyor.
Yusuf Atılgan, bireyin kimliksizleşme sürecini de yine
Zebercet karakteri üzerinden bu eserde yerinde tahlillerle ortaya koyuyor.
Otelde takıntılı ve yalnız Zebercet, dışarı çıktığında otel işletmecisinden
başka her türlü karaktere giriyor ve kimseye otel kâtibi olduğunu söylemiyor.
Zebercet, hepimizin yaptığı gibi günlük hayatın içinde farklı ”persona”lar
takıyor, onun hakkında yazılan bu eseri okurken, bizleri dehşete düşürüyor. Gün
içinde çoğu kez yaşadığımız olaylardan, çoğu zaman ya annemizden ya babamızdan,
bazen bir süper kahramandan aldığımız maskeleri, çoğunlukla içinde bulunduğumuz
ortama göre çıkarıp takıyoruz, bazen de sorumluluklarımızdan, korkularımızdan,
kendimizden kaçmak için bunu yapıyoruz. Tıpkı Zebercet’in yaptığı gibi...
Yazar kitabın sonlarına doğru bir yerlerde, var oluş ve
insani sorumluluk üzerine şöyle bir şey yazıyor:
“Bir oteli yönetmekle
bir kurumu, bir ülkeyi yönetmek aynı şeydi. İnsan kendini, olanaklarını
tanımaya, gerçek sorumluluğun ne olduğunu anlamaya başlayınca bocalıyordu,
dayanamıyordu.”
Anayurt Oteli’nin sorumluluğu ve varlığı, Zebercet’in
varlığını ezmektedir. Otel onun hem yaratıcısı, hem de yok edicisi gibidir.
Tıpkı bazı ülkeleri yönetmiş Hitler, Mussolini, Pol Pot, Franco gibi ihtiraslı diktatörler
ve şimdi ülkeleri yöneten –isimleri lazım değil- postmodern diktatörler gibi.
Zebercet oteli defalarca yok etmek istemişti, çoğu ülke yöneticisi de kendi
ülkesini veya başka bir ülkeyi yok etmek istedi. Nihayetinde hepsi, kendi
kendini yok etti.
Yorumlar
Yorum Gönder